Yörük çadırı kıldan yapılır. Kıl, keçinin tüyüdür. Bu kıl keçi
kırkıldıktan sonra önce burma yapılır. Sonra bu burmalar kollara
takılır ve kirmenlerle eğrilir. Elde edilen ipler bükülür. Bükme,
iki ipin birbiri ile dolanıp kalınlaştırılmasıdır. Daha sonra elde
veya fabrikada 60 cm 1 metre ve 2 metre en olmak üzere istediğimiz
uzunlukta dokunur. Bunlar istenile ölçülerde kesilerek dikilir.
Talebe göre de metrekaresi ve eni boyu ayarlanır. Daha sonra
kozaları ve gerdirme halkaları, sitili hazırlanarak kurulacak hale
getirilir.
Bir çadır, en az 70-80 kilo
ağırlığında olur. Çadırı ustasına diktirmek gerekir. Öyle her Yörük
çadır dikemez. Eğer ustasına diktirilmezse çadır yağışta akar. Çadır
ayağa kaldırıldığında, sıra evin duvarları diyebileceğimiz bölümlerine
gelir. Bunlar da ayrı ayrı olmak üzere bir ölçü içinde dokunur.
Duvar görevi yapan bu parçalara 'sitil' adı verilir. Sitillerin
diğer adına da 'çul' denir. Sitiller, siğeçlerin altına stil çöpü
denilen çöplerle tutturulur.
Yörüğün çadırı onun konağı, sarayı,
köşkü villasıdır.
Tasasını, sevincini, zayıflığını,
güçlülüğünü, egemenliliğini onun içinde paylaşır. Aşını onun içinde
yer. Sütünü orada içer. Onun içinde rahatça uyur. Aşkını çadırın
içinde tadar.
Siz Yörüğün çadırını kurarken, yada
yıkıp dürerken, o koca devesine bir çırpıda yüklerken bir
görseydiniz.
Hayran kalırdınız.
O insanlar onun içinde doğmuş, onun
içinde büyüyüp yaşamış, onun içinde ölmeyi beklemiştir.
Çadırının içine Yörük kadını öyle bir
süs verir ki girenin ağzı açık kalır. Bakılınca binbir renkliymiş
gibi insanı şaşırtan çuvallar, arka sitilin önüne özenle dizilir.
Yanlara da ikinci sınıf çuvallar dizilir. Eğer işlemeli çuvalı yoksa
başka şeylerde koyar. Yere ise öyle özenle, ustalıkla dokunmuş,
işlenmiş kilimler, keçeler döşenir ki görünce insan kendisini bahar
bahçesinde sanır. Çadırın bir köşesi mutlak çok güzel eşyalarla
donatılır. Orası konukların ağırlandığı yerdir. Tıpkı bir dairenin
konuk odası gibi.
Bütün Türkler, Orta Asya'dan kalkınca
dünyanın neresine giderlerse gitsinler, çadır içinde yaşaya yaşaya
yolculuk etmişlerdir.
Geriden bakana, kara kara görünse de
çadır, yaklaşınca, hele içine girince renkler cümbüşü ile donatılmış
bir konak olduğu hemen anlaşılır. O, küçücük kıl kulübenin içine
sığdırılmış binlerce anı vardır.
O çadırın içinde acı vardır,
Sevinç vardır,
Din, İman vardır,
Kararlılık vardır,
Uygarlık vardır.
Kurulmuş bir çok devlet vardır.
Yüreklilik vardır,
Adalet vardır,
Şefkat, sevecenlik, vardır.
Otorite vardır,
Nice imparatorluklar vardır.
Yörükler, bakıma muhtaç yaşlılarına
onun içinde bakarlar.
Ölülerini oradan çıkarırlar.
Düğünler onun içinde yapılır, gelin
oraya iner, kız telli duvaklı oradan çıkar.
Yağmurun tıpır tıpır ninnisinde, ön
bağın altında yanan meşe kütüğünün ısısı, yorganın sıcaklığı ile
birleşince dünyanın en tatlı huzuru, bir büyü gibi çöker insanın
üstüne çadırda.
Eğer karşı dağı basan kör duman
içinden gelen av köpeğinin ürüşü de eklenirse artık o çadırda
yaşanan hayata düşte bile rastlamak zordur.
|